Hoşgeldiniz
   
 
  Uzay Maceram -2- (Devam)
Ölmemiş de olabilirdi ama bayılsa bile yanımda malzemelerim yoktu. Üstat bana böyle durumlarda ne yapacağımı söylemişti. Ölmüş, ölmemiş, bayılmış, yaşayan veya uykuda olan insanlar ile derin bir meditasyon ile iletişim kurabilirdim. Ama karşımdaki üstat olunca bu olmayabilir diye düşündüm. Ama aklıma üstadın söylediği bir söz geldi "Kim olursa olsun" Bunu asla aklımdan çıkartmadım, hafızama kazıdım ve meditasyona başlamak için de hemen oturdum. Üstada "Üstadım, siz her zaman kehanet, doğaüstü, olağan olmayan şeylere inanırsınız" dedim yavaşça söze girerek. "işte yine böyle bir olay oldu. Ben uzaylılar ile tanıştım ve..." diye daha anlatmaya devam edecekken üstat elini kaldırdı ve durmamı işaret etti. Gözleri kapalıydı. Benim anlatış hızımı kesti ve bu yüzden önceki heyecanım uçup gitti. "Evet biliyorum" dedi üstat. Ne? Nereden biliyordu ki? Hemen ona sormak iin atıldım. "Üstat, izin verirseniz size bir şey sorabilir miyim?" dedim o da pozisyonunu bozmadan kafasını salladı ve ben tekrardan konuşmaya devam ettim. Üstat yine derin bir şey yapıyordu. "Üstat benim böyle bir olay yaşadığımı nereden bildiniz efendim?" dedim. O da "Sezgi. Sezdim, seninle ilgili olan herşeyi sezerim. Seni ben eğittim ve benim beynimin G'si senin ile igili şeyleri seziyor" Voov güzel. Üstat acaba kim bilir beni eğitirken neler yapmıştı ki heryaptığımı sezebiliyordu? "Üstat, daha sonrasını anlatıyorum" dedim ama üstat fenalaştı ve bayılma noktasına geld. BBen hemen kolonya getirdim ve onu ayıltmaya çalıştım. Ben onu ayılttıktan sonra suratıma baktı, gerçekten çökmüş ve yaşlanmışa benziyordu. "Üstadım, iyi misiniz?" dedim. Üstat " Youcrest" dedi yavaş yavaş nefes almakta zorlanarak "Be-benim meditasyonlarım arttı. Çünkü artık kendimi çok kötü hissediorum. Meditasyon yapmak beni rahatlatıyor" dedi. Sonra konuşmadı. Ben söze girdim "Üstat bir uzaylı kaçırıldı ve onu kurtarabilecek tek kişi sensin. Zihin gücünü kullanarak bunu halledebilirsiin. Lütfen bize yardım et " dedim. "Ben çok yorgunum ve ayağa kalkacak halim yok. Ama sana telekinezi yapmayı öğreterek o uzaylıyı oradan kurtarabiliriz" dedi. "Yaşasın!" dedim ve zıpladım. 1, 2 hazırlıktan sonra "Evet, şimdi ilk olarak" dedi ama gerisi gelmedi. Gitgide aşağı çöküyordu. Ölüyordu. "Üstat! Üstat! Lütfen ölme üstat" diye telaşa kapıldım. Tam son nefesini verecekti ki şunu söyledi "Telekinezi Mağarası'ndan 'Aydınlık Kitabı'nı bul" dedi ve son nefesini verip öldü. Sonra zihnimde tekrar meditasyon yapıp yanına gitek istedim. Yine o beyaz yere geldim ama üstat yoktu, sahiden de ölmüştü. "Üstaaaaat" diye bağırdım ve kendime bir kaç günlüğüne yas ilan ettim. Artık üstat yoktui yol göstericim, yolumun ışığı yoktu.. Üstat gittikten sonra hep çok üzgün kaldım. Telekinezi Mağarası neredeydi ki? Hem o ktabı içeriden nerede bulacağım. Acayip zor bir görev beni bekliyordu. Artık benim dünya'da bir işim kalmamıştı. Uranüs'e dönmeliydim ama ufak bir sorun çıktı. Üs bugün kapalıydı. Ne yapacaktım ben? Param da yoktu. Ücretsiz bir handa kalabilirdim ama bu çok zordu. Hemen şehirde dolanıp üzretsiz bir pansiyon aradım. Nihayet bulmuştum. Son ücretsiz odayı ben kaptım. Pansiyon görevlisini ikna ederek kazandım ve gidip odama girdim. Uyumaya çalıştım zaten benim ikna edebilmemin sebebi astronot olmama inanması idi. Şu millet ne saf. Gözlerimi sıka sıka uyumaya çalıştım. Ama uyunmuyordu. Üstadı özlüyordum. Acaba astral gezegende olabilir miydi? Yok artık, zaten oraya nasıl gidceğimi bilmiyordum. Neyse diye düşündüm ve gözümü kapatıp uyudum. Yarın erken kalkmam gerekşiyordu. Çünkü üs çok erken açılıyordu. Sonra aklıma birşey geldi Zaten uzay seferleri üs açıldıktan 3 saat sonra başlıyor. O yüzden 3 saat daha uyku bana hediye olacaktı .D Hediyemi rahat rahat kullandım. 3 saat uykumu aldım ve şimdi üsse gitmeye hazırdım. Sıcaktan dolayı çıkardığım üstümü tekrar giydim ve hazırlandım. Kaldığım yerden çıkıp gittim. Ama içimde bir ümitsizlik vardı. Neden çünkü Telekinezi Mağaras'nı bulamayabilirdim. Umarım ki Bilge Telekinezi Mağarası'nı neredeolduğunu biliyordur. Ne de olsa ona boşuna bilge demiyoruz değil mi? .) Uzaylılar ile tanısmak benim için ilginç bir fantazi olmuştu. İyi ki onlar le tanışmıştım. İlk defa kumandanın bana bir yararı olmuştu. Ben hayalperest Youcrest bulara dalmış giderken kumandan ve diğerleri beni farkettiler ve kovalamaya başladılar. Tekrardan şansım vardı ki, oları uzaya gidene kadar oyalayabildim ve kendimi boşluğa salıp Uranüs'e yöneldim. Uranüs'e yaklaştığımda garip garip şeyler olduğunu farkettim. Uzaylılar yine bir yasta gibiydiler. Bu yası görünce ve duyunca aklıma üstat geldi. Onu da çok özlüyordum ama şimdi benim için önemli olan uzaylılar ve kaçırılan uzaylıyı kurtarma görevi idi. Bilge'nin yanına geldiğimde "Ne oldu bilge?" diye sordum. Bilge de bana "Çok üzgünüz çünkü 2 uzaylı daha kaçırıldı" dedi ve ben de "Olamaaaaaz" diye bağırdım. Neden bütün olaylar üst üste geliyordu ki hep enim şansıma. Zaten bana küçükken "Şanssız Youcrest" derlerdi. Bilgeye dönerek "Biz uzaylıları nasıl kurtaracağız? Bu insanlar nasıl oluor da göz açıp kapayıncaya kadar kaçırabiliyorlar? dedim. Bilge de "Biz uzaylılar bazı şeyleri gööremeyecek kada yavaşız. Bazı görüntüler de gözümüzden kaçabiliyor ve bu yüzden göremiyoruz. İşte diğer uzaylıların da yakalanma sebebi bu. Ama ben onlardan farklıyım neden çünkü ben bilgeyim bu yüzden bana bilge ünvanı verildi" dedi. Ben de çok şaşırmışçasına "Vay canına!" dedim. Demek bilgenin en önemli özelliği bir şeyi uzaylılardan çok daha hızlı görmek. Mükemmel. "Şey Bilge!" dedim çekimser bir tavır ile "Ben sanırım uzaylıları kurtarmak için bir şey biliyorum ama burda senin rehberliğine ihtiyaıcm var" dedim. "Tabi ki hemen söyle" dedi merak idermişçesine bir tavırla. "Sen Telekinezi Mağarası'nın nerede olduğunu biliyor musun?" dedim. Bilge "Tabi ki de biliyorum eskiden orada büyük üstat uzaylılar ve benim gibi bilgeler olurdu hiçbir insanoğlu o mağaraya ayak basmadı eğer oraya gideceksek mağaraya ayak basan ilk insanoğlu sen olacaksın" dedi. Ben de heyecanlanarak "Hadi hemen gidelim o zaman" dedim ve bilgeden de onay aldım. Bilgenin Telekinezi Mağarsı'nı bilmesine çok sevindim çünkü bilmeseydi oraya nasıl gidebilirdik? Sahiden de zor olurdu. Bilge bana dönerek "Youcrest lütfen artık astronot kıyafetini çıkar. Çünkü artık buz atomları ile nefes almayı öğrendin" dedi. Ben "Korkuyorum" dedim. "Korkma, sadece bana güven! Tek isteğim bu şu anda" dedi. Sonra ben tırsak bir şekilde üstümdekileri çıkardım bilgeye güveniyordum ama elimdekileri yine de bırakmıyordum emniyet olsun diye. Çıkardım sahiden de nefes alabiliyordum ve tek bir buz atomu bile bana asırlarca yetecekmiş gibi geliyordu. "Evet, evet bilge oluyor nefes alabiliyorum" dedim ve bunu söyledikten sonra yola devam ettik. Bilge önde ben arkada süzülüyorduk. Tam o sırada arkadan bier el gelip bir bez ile ağzımı kapattı. A! I! U! diye sesler çıkardım ama nafile bilge beni duymuyordu. Bayılmıştım. Ve bilge beni duymamıştı. Umarım bilge algısını ve sezgilerini kullanır ve beni bulur. Gözlerim kapalı boşlukta süzülüyordum. Beni çeken elin bir erkek eli olduğu belliydi.Bu kişi kesinlikle kumandan olmalıydı uzaya telefon getirdiğimden beri sevmemişti beni zaten. El bileklerimi ve ayak bileklerimi sıkan sert ve sürtünmeye meyilli bir amdde hissettim. Ve ağzımı açmakta zorlandıran bir madde hisettim aynı zamanda. Gözlerimi açıp baktığımda el ve ayak bileklerimde ipler, ağzımda da bant vardı tahmin etmiştim zaten. Çırpınmaya başladım. "Sus" diye bir ses duydum ve bana bir tokat attı kafamı kaldırıp baktığımda kumandan vardı. "Şimdi Youcrest" dedi sesini yükselterek "Neden böyle bir şey yapıp kaçtın bunu bana hemen anlatacaksın" Bunları söyledikten sonra ağzımda olan bantı sertçe çıkardı.Ben Aaaa!" diye bağırdım acı ile. "Sana hiçbir şey anlatmam pislik herif" dedim.. O kim ki ben ona hesap vereceğim? "Anlat, anlatmazsan seni motorun içine parçalanmak üzere yollarız" dedi ve arkasında adamlar şeytanca bir kahkaha ile güldüler. "Hayır! Anlatmayacağım!" dedim ve kumandanın ayağına tekmemi savurmaya çalıştım ama bağlı olduğum için hiçbir şey olmadı. Bu hareket kumandanın sabrını taşırmış olmalı ki sinirlendi ve hemen "Alın bunu! Götürün motora atın" dedi. Ben adamların ellerinde çırpınmaya başladım ama nafile. Motorda parçalanmak üzere yol alıyordum artık!.. Beni motora doğru götürürlerken bir anda bir kolumu boşlukta hissettim. Kolumun boşluğuna doğru baktığımda ise orada adamın olmadığını farkettim sonra diğer kolumun olduğu tarafı da boşlukta hissettim ve boşluğa doğru salındım. Ne oldu hiçbirşey anlamamıştım. Sonra önümden hızlıca beyaz bir şeygeçti. Dolandı, dolandı, dolandı, turladı, turladı ve önümde durdu. Onu görünce sevinçten havalara uçacak gibi oldum. Gerçi zaten uçuyorum. "Üstat! Üstat!" diye bağırdım. Ama bir yandan da şaşkınlığımı gizleyemedim. Üstat ölmemiş miydi? Peki buraya nasıl geldi? "Sakin ol! Sakin ol Youcrest!" dedi üstat ama neden bu kadar beyazdı ki? "Youcrest ben üstatın ruhuyum. Üstat eğer ölürse diye başkalarına ışık olmam için beni eğitti" dedi. "Güzeeeel! Buraya beni kurtarmak için mi geldin?" dedim. Evet anlamında kafasını salladı. "Lütfen gitmeden beni çözebilir misin?" dedim ve "Sonra beni Uranüs'e bırakabilir misin?" diye ekledim. Hepsini onayladı ve üstat sandığım üstatın ruhu beni çözdü ve sonra Uranüs'e bıraktı. Beni Uranüs'e bıraktıktan sonra uzaylılar bana garip garip bakmaya başladılar. Herhalde benim Telekinezi Mağarası'na gittiğimi sanıyorlardı bilge ile birlikte. Uzaylılara açıklama yapacak hem vaktim hem de imkanım yoktu. Beni anlamıyorlardı. Hemen hızlıca süzüle süzüle Telekinezi Mağarası'na gittiğimiz yöne doğru yöneldim. Ben hızlı hızlı süzülerek bilgeye yetişmeye çalışırken gerçi önümde gözükmüyordu ama birden bilgeyle çarpıştık. Bilge bana döndü ve hemen "Uranüs'e gel" dedi. Ben de hemen o tarafa yöneldim. Uranüs'ün zeminine indim ve Bilge ile konuşmaya başladım. Aynı zamanda sakince bağdaş kurmuş oturuyorduk. Sesimi çok azcık yükselterek Bilge'ye başımdan geçenleri anlattım. "Şimdi sen ve ben Telekinezi Mağarası'na doğru yönelmiş gider iken arkadan biri benim ağzıma bir bez dayadı ve bayıldım. Ardından beni rokete getirdiler. Orada bir şeyler anlatmamı istediler ama ben itiraz edince beni motorun parçalayıcı bölümüne atmak istediler. Beni oradan Üstat'ın ruhu kurtardı. Eğer sen beni duymuş olsaydın belki bu kadar uzamazdı" dedim. Bilge özür dilermişçesine kafa salladı. Sonra dedi ki: "Birkaç dakika burada dinlenelim sonra Telekinezi Mağarası'na gidelim. Bu sefer sen önde ben arkada gidelim tamam mı?" dedi. Ben de "Tamam, olur!" dedim. Birkaç dakika dinlendikten sonra Telekinezi Mağarası'na doğru yönelmeye başladık. Umarım bu sefer bir olayolmasın. Zaten bütün olaylar üstüste geliyordu. Yavaş yavaş, sakin sakin süzülüp gidiyorduk. Tam o sırada arkamızdan bir delik açıldı. Bilge algısını kullanarak bizi kurtarmaya çalıştı. Kurtardı da ama deliğin içinde Telekinezi Mağarası'nı gördü ve buranın bir kestirme yol olduğunu anladı. Sonra beni ayağımdan çekiştirmeye başladı. Ben ne olduğunu anlamadan ona karşı direnmeye başladım. Bilge bana şöyle dedi birkaç saniye sonra: "Youcrest bu deliğin içerisinde Telekinezi Mağarası var ve burası bir kestirme yol" dedi. Sonra ben kendimi bıraktım ve deliğe doğru yöneldim. Deliğin içerisi gayet aydınlık ve Şeker Şehri gibi bir yerdi. Burasının şeker şehri gibi olduğunu Bilgeye de söyledim ve hiç beklemediğim bir cevap aldım. 'Evet burası zaten Şeker Şehri' dedi ve "Ama birkaç sorun var bu güzel şehirde her şehirde olduğu gibi" dedi. Acaba ne gibi sorunlar vardı? diye düşündüm ve ilk sorun zaten bu sorudan sonra çıktı. Şeytanımsı ninjalar. Bu sefer Bilge bizi nasıl kurtaracaktı? Bilgenin şeytanımsı ninjalar ile nasıl baş edeceği ya da edeceğimiz hala kafamda merak konusuydu. Bilge zihin gücünü kullanarak yumuşak bir şekerin tozunu ninjaların gözüne püskürttü. Bu onları biekaç saniyeliğine de olsa oylayacaktı ve biz de kaçacaktık. Hemen hızlıca kaçmaya başladık. Onlar hala daha gözlerini ovalıyorlardı. Biz de gözden kayboluncaya kadar kaçtık. Sonra bir engel daha çıktı. O engel de koca koca fillerdi. Ne kadar tuhaf bir engeldi. 100 yıl düşünsem aklıma engel olarak filler gelmezdi .D Böyle düşündüm ama filler de çok zekiydiler. Bu yüzden engel olarak sonunda böyle yaratılmışlardı. O kadar zekiydiler ki biz nereye gitsek oraya geliyorlardı. Biz en sonunda bir fikir düşündük ve fake yolu ile onları kandıracaktık. Bilge o tarafa ben bu tarafa doğru gittik onları kandırarak aralarından kaçıp kurtulduk. İyi ki çok yavaştılar ve bizi yakalayamadılar. Biz de önlem olsun diye önlerine fare attık ne de olsa farelerden korkuyorlardı. Ama zeki olduklarından fareyi bir hamlede ezdiler. Nasıl olsa bizi yakalamıyorlardı ve bizim için önemli olan da buydu. En sonunda yüce Telekinezi Mağarası'na geldik. Ama kapıda biri vardı. Kapıda birşey vardı. Ama kapıdaki şey korkutucu değil bilakis çok sevgi dolu birşeydi. En önde büyücü gibi görünen uzun beyaz sakallı, yaşlı, beyaz saçlı bir adam. Ve arkasında dünya güzeli bir kız. Bu Şeker Prensesi olmalıydı. Tahminimce öyleydi yani. Yaşlı adam (hükümdar sanıyorum tahminimce) "Bilge eski dostum, hoşgeldin burada ne işin vardı ahbap?" dedi. O sırada ben hiç dinlemiyor ve şeker prensesi ile birbirimize bakıp gülüyorduk. Sonra Bilge bana omzu ile dokundu ve ben kendime geldim. Bilge konuşmaya başladı: "Hükümdarım" dedi. Tahminim doğru çıkmıştı. Hükümdardı kendisi.. "Buraya kendi türümden olan uzaylılardan bir kaçı kaçırıldığı için geldik. Bize yön verecek olan Yüce, Telekinezi Kitabı'nı istiyoruz" dedi. Bu adam uzaylıların sahibi felan mı ki Bilge sürekli bu adama hükümdarım diyor? "Bilge sana bu kitabı vereceğim. Senin yapabileceğinden eminim ama yanındaki arkadaşının Şeker Prensesi ile eğitim alması gerek" dedi. Demek Şeker Prensesi de olacaktı. Adamı parçalama isteğim geçmişti. "Şeker Prensesinin neden eğitim alamaya ihtiyacı var" diye sordu bilge. "Çünkü burada çok sorun olur ve Prensesin de kendini koruması için eğitim almaya ihtiyacı var Ben onu sonsuza kadar koruyamam" dedi. Doğru. Ben hemen heyecanlanarak "Hadi başlayalım" dedim. Prenses de o tatlı sesi ile "Evet hadi başlayalım" dedi. Eğitimde şeker prensesi ile yanyana idik. Ama bir sorun vardı. Yüce Telekinezi Kitabını kimse almamıştı. Gerçi ben alabilirdim. Ama bilge ve şeker hükümdar Telekinezi Kitabını almaya gittiler. İçerinin 7 kat altındaydılar. Kitabı almadıkları için seslerini bana duyurmaya çalıştılar ama ben duymamıştım. Birkaç saniye sonra bilgenin eğitiminden aldığım bilgilerden dolayı bilgeden gelen sinyalleri algıladım. Prensese bunu anlattım ve bana değer verdiğinden dolayı hemen bana inandı ve yerin 7 kat aşağısına inmeye başladık. Yol da çok uzun. Normal de olsa bacakları çıka çıka yorulur, biz ine ine yoruluyoruz, bir de burdan sonra çıkacağız. Daha büyük kabus. "Bilge! Bilge!" diye seslendim. Bilge de bana dönerek "Youcrest sadece seni çağırmıştım. Şeker Prensesi değil." dedi. Ben de "Afedersiniz Bilge, ama şeker prensesini orada tek başına bırakamazdım. Çünkü yukarıda çok tehlikeli şeyler var." dedim. Prenses de bana destek verircesine "Evet, doğru" dedi. "Sorun neydi?" dedim. Bilge de "Şurada yukarıda bir düğme var ve o düğme bu kapıyı açıyor kapının içinde de Yüce Telekinezi Kitabı var. Bir kişi yani sen şuraya şuraya basıp o düğmeye basacaksın" dedi. Ben de "Bundan kolay ne var ki." dedim. Çok atletik yapılı olduğum için hemen oraya oraya bastım ve düğmeyi açtım. Yüce Telekinezi Kitabı burdaydı. Kapı açıldıktan sonra kitabın yanlarında sarı ışıklar fışkırdı. Sonra Bilge ağzında bir şeyler geveledi ve ellerini oynattıktan sonra kitabı aldı. Hemen ardından hızlıca yukarı çıktık. Ama yine bir sorun vardı mağara yıkılıyordu. "Mağara yıkılıyor! Kaçın!" diye bağırdı şeker hükümdar. Prenses çok endişelendi ve kucağıma atladı. O sırada burnumuz birbirine değiyordu .) Koşa koşa yukarı çıkmaya başladık. Çok aşağıdaydık ve mağaranın üst katları hemen yıkılabilirdi. Hükümdar ve bilge benim önümde koşuyordu. Çünkü prenses kucağımdaydı. "Prenses inip koşa bilir misin? Geri kalıyoruz" dedim. "Hayır! Hayır! Koşamam, çok korkuyorum." dedi. Geri kalıyorduk ve bilge ile hükümdar arayı iyice açmıştı. Sonra önümüze bir taş düştü. Gerçi düşüyordu ama bilge ile hükümdar ikisi telekinezi yetenekleri ile o taşı yere düşmeden kolayca kaldırdılar. Böylece taşların altında ezilmekten kurtulmuştuk. Çıkış görümüştü. Dışarısı aydınlıktı ama deliğin önüne deliği kapatacak büyüklükte bir taş düştü. Taşı telekinezi ile kaldıramıyorduk. 3'müz de deniyorduk ama işe yaramıyordu. Hükümdar açıkladı: "Prenses telekinezi yapmayı bilmediği için bizim gücümüz işe yaramıyor. Prenses bir kaç saniyeliğine bayılmalı ama gerçek olarak" dedi. Ben prensesi bayıltmayı çok iyi biliyordum. Hemen endişe ile "Öleceğiz!" diye bağırdım ve prenses bayıldı. "Buyurun!" dedim. Hemen telekinezi yaptık ve talı kaldırdık. Prensesi de aldım ve hemen çıktık arkadan çok kötü kokan bir gaz geliyordu. Hükümdar bunu da açıkladı: "Bu gaz insanları bayıltan bir gaz bizim mağarada bayılmanız ve ezilip, ölmemiz için geliyor o gaz. Ama artık bu bir sorun değil kurtulduk. Bir de bu gaz kokusunu alarak bayılamıyoruz. O kahverengi gaz üstümüze değerse bayılıyoruz. Şimdi prensesi ayıltmaya çalışalım" dedim. Evet kurtulmuştu önemli olan da buydu. Şimdi de prensesi ayıltmamız gerekiyordu. Prensese kolonya koklatıyordum ama bir şeker prensesine kolonya koklatmak bu dünyada pardon şeker dünyada yapılacak en saçma şeydi. Sonra biraz düşünmeye başladım. Şeker koklatmalydık. Hükümdar ve bilge zaten bunu arka arkaya yapıyordu. Her renkte şeker koklatıyorlardı. Turuncu, sarı, mor, kırmızı... Ve daha niceleri. Ama sonra prensesin kıyafetini inceledim pembeydi. Ama pembe şeker de koklatmışlardı. Tek sorun ise o şekerin çok büyük olmasıydı. Ama bence bu prensesin ısırabilip tadını alabileceği bir şeker olmalıydı. Hemen gidip ufak, pembe bir şeker aldım. Ve prensese koklattım. Prenses şekerin müthiş ve harika kokusunu aldı ve uyandı. Şekeri zarifçe ve tatlılık ile ısırdı. Sonra yumuşak şekerlerin üzerine düşen bir top gibi yapıştı ama yer çok yumuşaktı.
 
Bugün 29 ziyaretçi (58 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol